13 Aralık 2013 Cuma

Vilayetlik


                ŞEBİNKARAHİSAR'IN VİLAYETLİKLE   İMTİHANI

                Şebinkarahisar'ın  vilayet iken ilçe yapılmasının üzerinden tam 80 yıl geçti. 80 yıl önce ne oldu da Atatürk tarafından resmi isminin değiştirilmesi önerilen Şebinkarahisar ilçe yapıldı, daha öncesi nasıldı? Hani birileri gelip de gözümüzün içine bakarak "nüfusunuz az, il olamazsınız, size hastane yaptık, siz ceviz yetiştirin"  demişti ya, Türkiye Cumhuriyeti'nde vilayetler belirlenirken hangi ölçütler esas alındı? Vilayetlik "müktesep" bir hak mıdır?
             80 yıl sonra,  yerel gazete makalesi çerçevesinde bir ufuk turu yapalım birlikte.

            VİLAYETLİK TARİHİ BİR HAK MIDIR?

            Hep "vilayetlik tarihi hakkımızdır" deriz. Ülke ve devlet yönetiminde idari merkez olmak, yasal çerçeve içerisinde bir hak olarak değerlendirilmeyebilir. Nitekim Devlet Planlama Teşkilatı, İlçemiz Belediye'sine yazdığı 04.04.1988 tarih 1780 sayılı, Müsteşar Ali Tigrel imzalı resmi yazıda, müktesep hakkın iadesi gerekçesi yeterli bir dayanak olmadığını ifade etmişti.
            Ancak tarihe bir göz atıldığında, diğer deyim ile ülkede bu konuda hep yapıldığı gibi yasal çerçeve dışına çıkıldığında, vilayetliğin Şebinkarahisar ve Şebinkarahisarlılar için "müktesep" bir hak olduğunun kabulü gerekiyor.
            Yüzyıllarca yönetim merkezi olagelmiş bir yerin, bu özelliğinin kaldırılmasında yüzyılların deneyimlerinin, bundan kaynaklanan yaşam biçiminin gözardı edilmemesi gerekiyor. Öyle ki, 1920 yılında Giresun'un il yapılmasına ilişkin kanun görüşmelerinde, Karahisar-ı Şarki Milletvekili Mustafa (Serdaroğlu) Bey, Karahisar-ı Şarki'nin 2000 yıldır sancak olduğunu ifade ederken de bunu vurgulamıştı.
            Bugün dahi bu mirasın etkileri ve yansımalarının varlığı özellikle yöreye yabancı kamu personeli tarafından ifade ediliyor ki, gerçekten de tüm olumsuzluklara rağmen şehir/vilayet kültürü, yönetim merkezi olmaktan kaynaklanan toplumsal doku Şebinkarahisar'da halen varlığını sürdürüyor. Nitekim, ilçe yapıldıktan iki yıl sonra, 1935 yılı nüfus sayımına göre, Şebinkarahisar'ın şehir nüfusu 7965. O tarihte örneğin Gümüşhane 3160, Sinop 4872, Artvin 3513, Bolu 7835 ve Hakkari ise 1562 şehir nüfusuna sahip.
            Şebinkarahisar daha Hititler döneminde, özellikle de MÖ 1335 yılında II. Murşil'in  halkından  3000 kişi gibi büyük bir mevcudu esir ettiği, Dukkamma adı ile bilinen, önemli bir yerleşim birimi.  Gerçi o dönemlerde "şehir-devlet" niteliği taşısa da, diğer şehir devletlerin veya yerleşim yerlerinin yok olduğu ve Şebinkarahisar'ın hala bir yerleşim yeri olarak varlığını koruduğu düşünüldüğünde, bunu vilayetlik talepleri çerçevesinde olumlu puan olarak değerlendirmek gerekir.
            Şebinkarahisar'ın, daha sonra Pontus İmparatorluğunda VI. Mithridates'in hazinelerini sakladığı 75 kaleden biri ve Bizanslı tarihçi Prokopius'un eski çağlarda inşa edildiğini bildirdiği "Sinoria" olduğu ifade ediliyor.
            Roma döneminde, her ne kadar kurulduğu yer kaynaklarda hala tartışmalı ise de, daha önce de yazdığımız gibi bize göre Bayramköy'de kurulan ve 499 yılında 8.7 şiddetindeki deprem ile yıkılana kadar varlığını koruyan Nikopolis, nam-ı diğer Şebinkarahisar, MS 1. yy'da Roma'nın Armenia Minor eyaletinin başkenti idi ve bu bölgenin tek önemli kenti olarak oldukça önemli bir konuma sahipti.
            Şebinkarahisar, Koloneia ismi ile Bizans zamanında da Anadolu'da önemli bir yerleşim merkeziydi. Koloneia'nın bugünkü Şebinkarahisar olduğu kaynaklarda tartışmasız kabul ediliyor artık.  Bizans İmparatorluğu'nda ülke "thema" adı verilen ve 10. yüzyılda 38 adet olan "askeri valilik"lere bölünmüştü. Thema hem bir çeşit askeri bölgeleri tanımlamakta diğer taraftan da sivil yöresel idari birimleri nitelemekte ve aynı zamanda askerlere tarım yapmaları için verilmiş arazi parsellerinin organizayonu idi. Teknik olarak ise valisinin komutanlığı altında savaşmak için kurulmuş askeri birlikti. Şebinkarahisar, Chaldia (Trabzon) Theması'na bağlı iken,  863 yılında ayrı bir "thema/askeri valilik" haline getirildi.  Askeri valiye "strategus" adı veriliyordu ve doğrudan imparatora bağlıydı. Bu dönemde yöneticilere themasının önem sırasına göre aylık veriliyordu ve  Koloneia Strategus'u 20 libre altın maaş alıyordu. Koloneia şehri, zamanla imparatorluğun kuzey kısmındaki kalelerin en önemlisi ve Koloneia Theması’nın en önemli şehri niteliğini kazandı. Koloneia theması Niksar, Kelkit ve Divriği başta olmak üzere bugün Tokat, Sivas, Gümüşhane'nin birçok ilçesini  kapsıyordu.
 
kaynak:  http://en.wikipedia.org/wiki/Koloneia_(theme)
            Selçuklular Bizans İmparatorluğunun idari bölünüşünü ve yapısını korudular. Selçuklu ülkesindeki 42 idari birimden birisi de “Karahisar-ı Kögoniye” idi ve vilayet olarak örgütlenmişti. Vilayetin üzerinde ise “Subaşılık” örgütlenmesi vardı. Vilayet, subaşılığın alt birimi olarak varlığını ve etkisini Osmanlılarda 15. yy sonlarına kadar devam ettirdi. Anadolu Selçukluları 13. yy’da birlik kurduklarında Anadolu’yu 30 eyalete ayırdı. Bu eyaletlerin birisi de Keygune (Şebinkarahisar) idi.
            Anadolu Selçuklularının dağılmasından sonra ise Şebinkarahisar’da bulunan beyler egemenliklerini ilan ettilerse de etkili olamadılar ve Şebinkarahisar sürekli olarak diğer beylikler/devletler arasında el değiştirdi.
            Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise, Şebinkarahisar Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldığı 1473 yılından 1515 yılına kadar Amasya vilayetine bağlı kaldı. Yavuz Sultan Selim’in 1514 yılında çıkardığı kanun ile Karahisar-ı Şarki sancağı resmen kuruldu ve 1515 yılında yeni kurulan Erzincan eyaletine bağlandı. 1520-1523 yıllarında Karahisar-ı Şarki,  “idarî-askerî şehir”di. Zaman içerisinde, bugün Tokat, Sivas, Gümüşhane, Ordu ve Giresun'a bağlı birçok ilçeyi, Ordu'nun ve bir zaman da Giresun'un merkez ilçelerini de kapsayan büyük bir sancak halini aldı.
            Öyle ki, 1547 ve 1643 yıllarında,  Koyulhisar, Bayramlu (Ordu), Pazarsuyu ve İskefser (Reşadiye) kaza olarak, Şiryan (Şiran), Mindaval (Çamoluk), Elige, Alucara ve Kovana ve Kevasa, Melense, Gevezid, Emlak, Ak-şehir-abad, Su-şehri, Hasan-gerişi, Yemişlü, Firuz, Nayiblü, Sis-orta, Şahna-çemeni, Kebsil,(Bulancak) Şemseddin, abulhayr, Bozat, Elmalu, Kırık ili (Yavuzkemal), Bolaman, Çamaş, İhtiyar, Bucak, Satılmış, Ulubeğ, Alibeğce, Fermude, Şayiblü, Bedirlü, Milas (Mesudiye), Habsamana (Gölköy) nahiye olarak Karahisar-ı Şarki’ye bağlı idi.

                  EYALETTEN VİLAYETE GEÇİŞ

          Osmanlı'da idari bölünmede devlet esas olarak  beylerbeyliği adı da verilen eyaletlere, eyaletler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar da nahiye ve köylere ayrılıyordu. 1520’lerde 6 olan eyalet sayısı, Kanuni Sultan Süleyman’ın öldüğü tarihte 16’ya, 1610 tarihinde 32’ye yükseldi. Ancak Osmanlı Devletinin temel idari yapılanması sürekli sancak düzeyinde oldu. Sancakların sayısı 1574-1595 döneminde kesin olmamakla beraber toplam 491 idi.
            Beylerbeyliği, taşra teşkilatında en büyük idare birimi olarak günümüz illerinden daha büyük mülkî idari birim olarak kurulmuştu. 1590 yılında yapılan bir düzenleme ile beylerbeyliklerin alanları daraltıldı ve  adları da eyalet yapıldı. Eyaletlere Tanzimat'tan önce “beylerbeylik” veya “eyalet” denirken, Tanzimat'tan sonra bu birimlere “vilâyet” denilmeye başlandı. Beylerbeyiler sorumlu oldukları bölgenin mülki, mali ve askeri yöneticileriydiler. Bunlar tayin edildikleri eyaleti, paşa sancağı denilen merkez sancaktan yönetirlerdi. Eyalete bağlı sancaklar ise merkezden atanan sancak beyleri tarafından idare edilirdi. Beylerbeyileri sancak beylerinin özellikle askeri amirleri pozisyonundaydı. Mali ve mülki açıdan bu iki amir arasında hiyerarşik olarak sıkı bir bağ mevcut değildi
            Eyaletlerin altındaki ana idari birim sancaktı. Bugün ”il” dediğimiz birimlerin adı o dönemde “sancak”tı. Başlangıçta sancak, çeşitli bahadırlık ve kahramanlıklarla emsalleri arasında öne çıkmış bey veya komutanlara verilen bir takdir ve iftihar ölçüsü oldu, sancak sahibi beyler sınıfını meydana getirdi, sonra belli düzeydeki bir teşkilâtın adı oldu. Tanzimat’tan sonra sancaklara "liva" denilmeye başlandı. Osmanlı vergi kanunnameleri de tamamıyla sancakları esas almış ve bütün idare çatısını birinci derecede kadının ve ikinci derecede sancakbeyinin üzerine kurmuştu.
            Her sancak, kazalara tekabül eden subaşılıklara ayrılmıştı. Her kazaya kadı ve subaşı tayin edilmiş, subaşılara mali ve güvenlikle ilgili görevler verilmişti.
            Mülki taksimatın temelini oluşturan tımar uygulamasının bozulması, iltizam usulünün yaygınlaşması, yöneticiler arasında yaygınlaşan usulsüzlükler, Celali Ayaklanmaları ile başlayan ve uzun süre devam eden toplumsal ve ekonomik istikrasızlıklar ve taşrada ayanların ortaya çıkmasıyla eyalet sisteminde de çözülme başladı. II. Mahmud’un saltanatında girişilen ıslahat sürecinde eyalet sisteminde de değişikliklere gidildi. 1826’dan sonra eyaletler, geniş askerî ve mali yetkileri bulunan "müşir"lerin idaresi altına verildi. 1840 yılında da "muhassıllık" adı altında idare edildiler.
            Osmanlı Devletinde klasik eyalet uygulaması dışında ilk taşra örgütlenmesi 1861’de Lübnan’da gerçekleştirildi. Lübnan’da çıkan karışıklıklar ve yaşanan olaylar neticesinde, dış devletlerin de müdahalesiyle hükümet bölgenin idari örgütlenmesinde değişikliğe gitti. Otorite ve asayişin tesis için Lübnan’a farkı bir özerk statü verilmek zorunda kalındı.
            1864’de bir Vilayet Nizamnâmesi çıkarıldı. Ancak nizamname ilk safhada imparatorluğun her tarafında aynı anda uygulanmadı.  Rusçuk, Vidin ve Niş eyaletleri birleştirilerek “Tuna Vilayeti” adı altında bir vilayet teşkil edilerek Mithat Paşa, Vali tayin edildi.
            Bu uygulama 1867’de çıkarılan yeni bir vilayetler nizamnamesi ile genişletildi ve eyalet sistemi tamamen kaldırılarak Fransa’dan örnek alınan vilayet usulüne geçildi. Yeni düzenleme ile eyaletlerin yerine sancak(liva), kaza ve nahiyelerden oluşan vilayetler kuruldu. 1869 yılı itibariyle Osmanlı ülkesi toplam 26 vilayet 123 livaya bölünmüştü
            1871 yılında yeni bir vilayet Nizamnâmesi çıkarıldı. Bu nizamnamede en önemli düzenleme, “Nahiye” adı altında yeni birimler kurularak, taşra örgütü vilayet, sancak (liva), kaza, nahiye ve karye (köy) biçiminde kademelendirildi.  
            Prof Dr. Kemal H. Karpat'ın verilerine göre, 1877 yılında, Karahisar-ı Şarki, Alucra, Suşehri, Koyulhisar, Giresun ve Mesudiye kazalarına sahip Karahisar-ı Şarki' Sancağı'nın nüfusu, 93.435 idi. 1881 yılında ise   Karahisar-ı Şarki, Alucra, Suşehri, Koyulhisar ve Mesudiye kazaları ile 102.675 nüfusa sahipti. 1906 yılında nüfusu 128.437 olmuştu ve kadınların sayısı erkeklerden fazla idi.
            II. Abdülhamid dönemiyle vilayetler üzerinde yeni bir düzenlemeye gidildi. Vilayetler,  merkeze bağlı vilayetler, merkeze bağlı müstakil sancaklar ve imtiyazlı eyaletler olarak üç kısma ayrıldı
                1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’le birlikte vilayetlerin yönetimi tekrar ele alındıysa da, Balkan Savaşı nedeniyle hayata geçirilemedi. Savaştan sonra 15 Mart 1913’de yayınlanan "İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanunu Muvakkatı" adındaki  geçici yasa ile yeni bir düzenleme getirildi. Bu yasanın ardından bazı yönetsel birimlerin isimleri ve bağlantıları değiştirildi, teşkilatları yeniden düzenlendi. Bu dönemde müstakil liva olarak adlandırılan bazı livalar idari bakımdan doğrudan merkeze bağlandı. Eyalet/vilayetlere bağlı livalar ise mülhak olarak anılmaktaydı. Müstakil livalarda mutasarrıf, valinin yetkilerine sahip idi. Bu düzenlemeden önce, 1912 tarihli devlet salnamesinde 29 vilayet, 6 mümtaz eyalet, 12 müstakil sancak yer almakta idi.
            1912 yılında Karahisar-ı Şarki Livası'nın merkezinin değiştirilmesi için girişimde bulunuldu.  Murat Dursun Tosun'un yayınladığı Osmanlıca bir belgede, Sivas Vilayeti Genel Meclisi'nin, liva merkezinin Suşehri Kazasının Andiryas(Endires) Köyüne nakli yönünde aldığı karara karşı çıkan Türk, Ermeni ve Rum kökenli Karahisar-ı Şarki eşrafının ve Belediye Başkanı'nın birlikte, böyle bir değişikliğin yerinde olamayacağını ayrıntılı gerekçelerle ortaya koyduğu görülüyor. Sözkonusu belgede, 3500 haneye sahip Karahisar-ı Şarki şehrinin, livanın merkezinde yer aldığı, Giresun İskelesine yakın olduğu, 500 hanelik Endiryas'ın ekonomik ve fiziki açıdan hiçbir şekilde liva merkezi olamayacağı ve değişikliğin Fatih Sultan Mehmet'in anısına saygısızlık olacağı ifade ediliyor. Ancak, Sivas İl Genel Meclisi'nin bu kararının, belge metninden anlaşılan resmi gerekçeleri dışında gerçek nedenini anlamak mümkün değilse de, mülki taksimat alanında, Cumhuriyet döneminde olduğu gibi Osmanlı'da da sık sık değişiklik yapılıyordu.
            1913 tarihli geçici kanunda “İdari mekanı daraltıp asayiş ve güvenliğin temininde kolaylık sağlamak, verimli arazileri daha ekonomik bir şekilde kullanmak, yerel hizmetleri mahalli idarelere bırakarak, sancaklarda bayındırlık, imar ve şenlendirme masraflarının vilayet yerine mutasarrıflıkça tayin ve sarfına imkan tanımak, vilayet ve sancak arasında asılması zor tabii engellerin (dağ, nehir, vb.) yol açtığı olumsuzlukları azaltmak, nüfusun çokluğu ve etnik çeşitlilik.” gerekçesi ile bazı livalar müstakil bırakıldı. Bu ve benzer gerekçeler, gerek Osmanlı'da ve gerekse de Cumhuriyet dönemindeki uygulamalarda da tekrarlandı.      
            Ülke, 1911-1914 yılları arasında 14 sancak müstakil olarak yönetilmekteydi, bu sayı TBMM’nin kurulduğu tarihte 17 idi. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün yayınladığı Osmanlı Yer Adları Sözlüğü'nde, Karahisar-ı Şarki 1914-1923 yılları arasında müstakil liva olarak gösteriliyor. Ancak, başka kaynaklarda ise Sivas'a bağlı olduğu belirtiliyor.
            1914 yılında Karahisar-ı Şarki Sancağı'nın nüfusu 178.495 olmuştu ve merkez kazanın nüfusu ise 51.256  idi.


                      1911'de Gümüşhane  (Kaynak 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler
                                                                           Raymond H. Kevorkian-Paul B Paboudjıan)

            CUMHURİYET'İN İLK YILLARINDA UYGULAMA
             
            Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu 1920 yılında, bugünkü ulusal sınırlar içinde 15 vilayet, 17'si müstakil, 36 mülhak olmak üzere 53 liva, 302 kaza ve 679 nahiye bulunmaktaydı. Birinci TBMM hakimiyetin Anadolu'da olduğunu da göstermek amacı ile mülki örgütlenmeye müdahale etti. Meclisin yaptığı ilk iş bir üst kademede vilayete bağlı olan ‘mülhak liva’ları ‘müstakil’ hale getirip doğrudan Ankara’ya bağlamak ya da yeni müstakil livalar kurmak oldu.
            Livaların bir bölümü yasayla, bir bölümü de müstakil yapıldı. Uygulamada birçok liva ile birlikte Ağustos 1920’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar) livasının da bağımsız olarak yönetilmesine karar verildi. 4 Aralık 1920'de kabul edilen üç kanunla Aksaray, Giresun ve Ordu kazaları  liva haline getirildi. Böylece liva sayısı 56’ya yükseldi.
                Giresun ve Ordu'nun liva yapılması tartışmaları, hükümetin, milletvekillerinin ve toplumun  vilayetlik olayını nasıl algıladığını da ortaya koydu. Ordu ve Giresun livalarının kurulması, resmiyette bölgedeki Pontus Rum ayrılıkçılığı sorunu ile ilişkili ise de, gerçekte Giresun Topal Osman'ın isteğinin yerine getirilmesi için ayrı bir liva yapıldı. Hatta Karahisar-ı Şarki Milletvekili Mustafa (Serdaroğlu) Bey "Giresun şimdi ne için müstakil yapılıyor? Osman Ağa iki yüz nefer çete gönderdi de onun için değil  mi ?" diyerek meclis görüşmelerinde bu durumu ortaya koydu.  TBMM Başkanlığı’na gönderilen 30 Ekim 1920 tarihli bir telgraf da Giresun'un il olmasında önemli bir rol oynadı. Giresun Belediye Reisi, Ticaret Odası Reisi ve kaza ileri gelenleri tarafından gönderilen telgrafta, Giresun’un müstakil livaya dönüştürülmesine ilişkin masrafın iki seneliğinin belediyenin gelir fazlasından karşılanabileceği ifade edildi.
            Yasama sürecinde mecliste yapılan tartışmalar sonunda, başlangıçta sadece Giresun ile ilgili olarak hazırlan yasa,  Giresun ve Ordu müstakil livalarını kuran iki ayrı yasaya dönüştü. Karahisar-ı Şarki sancağına bağlı Kırık (Yavuzkemal) nahiyesi Giresun'a bağlandı. Yasa görüşmelerinde Mesudiye’nin Şebinkarahisar’dan alınarak Ordu’ya bağlanması da önerildi. Mesudiye Jandarma Komutanı iken Şebinkarahisar Milletvekili seçilen Memduh Necdet Erberk öneriye destek verirken, aslen Mesudiye'li olan Milletvekili Mustafa Atay (Serdaroğlu), öneriye kuvvetle karşı çıktı ve yaptığı konuşma ile Mesudiye’nin Şebinkarahisar’dan ayrılarak Ordu’ya bağlanmasını engellemeyi başardı.
            Bugünkü Şebinkarahisar-Suşehri çekişmesi gibi, Osmanlı döneminde başlayıp Cumhuriyet döneminde devam eden uzun bir Ordu-Giresun çekişmesi sonunda, 4 Nisan 1921 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan  68 sayılı kanun ile Giresun, 69 sayılı kanun ile de Ordu, liva oldu, Ünyeliler, Ordu'ya bağlanmaya karşı çıkarak ayrı liva olmak isteklerini bildirdi, Niğde'liler de Aksaray'ın ayrılmasını protesto etti.    .
            Asayiş sorunu, Aksaray kazasının müstakil liva haline getirilmesine ilişkin yasanın da gerekçesini oluştursa da gerçekte Aksaray’ın bir senelik ödeneğine karşılık olarak kaza halkı tarafından 10 bin lira bağış yapıldı ve bunun 5 bin lirası ödendi,  kalan bölüm de resmi olarak üstlenildi. Yani, müstakil olarak idare edilmek istenen yerler, yeni teşkilâtlanma için gereken parayı taahhüt etmeleri hâlinde, Ankara hükümeti bu isteği memnuniyetle yerine getirmeye hazırdı.
            Aksaray, Ordu ve Giresun'un masrafları ödeme taahhüdünde bulunması uygulaması Osmanlı döneminde de vardı. Örneğin 1871 yılında Burdur, eşrafın mutasarrıflığa ait olan masrafı taahhüt etmesi üzerine, Isparta'dan ayrılarak liva haline getirildi.    


                                            Kaynak Atlas Tarih Dergisi Aralık 2013

                Milli mücadele yıllarında idari sınırların yeniden düzenlenmesi ya da yeni bir mülki bölüm oluşturulmasına ilişkin değişikliklerde resmi gerekçe olarak “işgal halinde yönetimin düşman eline geçmesini önlemek”, “etnik/dinsel azınlık yapısının yönetimi”, “çatışmaların önlenmesi”,“aşiretlerin bağlılığını sağlamak/korumak”, “aşiretleri denetim altına almak”, “asayişin sağlanması” gibi nedenler ileri sürüldü. Milli mücadele devam ederken, zaman zaman valinin ya da mutasarrıfın düşmanla işbirliği yaptığı bölgelerde, İcra Vekilleri Heyeti’nce alınan kararlar yoluyla merkez ve sınır değişiklikleri yapıldı veya yeni vilayetler ya da müstakil livalar kuruldu.
            Bugün olduğu gibi, 1920 ve 1921 yıllarında da, taşra örgütlenmesine ilişkin olarak TBMM gündemine birçok tasarı ve teklif getirildi, ancak hiçbirinin yasalaşmadı.
            20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 10. maddesiyle, mülki teşkilatlanma yeniden adlandırıldı ve  liva tabiri kaldırılarak,vilâyet-kaza-nahiye taksimatı benimsendi.Vilayet sözcük olarak korundu, ama eyalet anlamına gelen içeriği ortadan kalktı ve yeni sistemde liva büyüklüğündeki yerleşmelere verilen ad oldu.
            Dahiliye Vekâleti'nin 1923 yılı bütçesi için hazırladığı kadroda mutasarrıflıklar ilga edilerek, bunların yerine valilik kadroları ihdas edildi ve bütün mutasarrıflara vali unvanı verilerek liva veya sancak teşkilâtı tam anlamıyla ortadan kaldırıldı. Bu düzenleme ile 77'ye yükselen vilayetlerin önemli bir kısmı vilâyet olmak için gerekli görülen nüfus oranına ve gelire sahip değildi. 1922 sonu itibarıyla tutulan bir istatistiğe göre, Muş: 23.000, Bitlis: 30.000, Hakkari: 31.000, Gelibolu: 38.000, Artvin: 45.000, Van: 50.000, Dersim: 50.000, Çatalca: 50.000, Bayezit (Ağrı): 60.000, Siverek: 61.000, Kars: 63.000, Genç: 67.000, Kozan: 68.000, Cebelibereket (Osmaniye): 68.000; Kırkkilise (Kırklareli): 74.000, Ergani: 79.000, Burdur: 80.000, Ardahan: 85.000, Siirt: 89.000, Erzincan: 93.000, Tekirdağ: 99.000 nüfusa sahipti.
            30 Mayıs 1926'da kabul edilen 977 numaralı Teşkilât-ı Mülkiye Kanunu ile Ardahan, Muş, Genç, Siverek, Ergani, Kozan, Çatalca, Üsküdar, Gelibolu ve Beyoğlu vilâyetleri kaldırıldı.
            Bakanlar Kurulu'nun, 3 Mayıs 1925 tarihli seyyar tetkik heyetleri ile bunların raporlarına göre inceleme yapacak bir Merkez Komisyonu’nun kurulmasına dair kararı ile oluşturulan bir komisyon tarafından  hazırlanan ve hükümet tarafından 29 Mayıs 1926'da TBMM'ye de sunulan "Taksimatı Mülkiye Tetkikatının Netayici Hakkında Umumi Rapor" isimli raporda, genel bütçeye ait gelirlerin yerel masrafları karşılayamaması (Muş, Bitlis, Ardahan, Dersim), özel idarelerin güçsüzlüğü (Çatalca), nüfus azlığı (Genç, Kozan), sahasının darlığı (Gelibolu), büyük ve güçlü idare birimleri arasında sıkışmış olması (Ergani), gelişme yeteneği gösterememesi (Siverek), idari ve siyasi bakımdan önem taşıması, iktisadi ve askeri nedenler, bir ilin kaldırılmasında esas alınan gerekçeler olarak sıralandı.
            24 Ekim 1926 tarihli bir kararname ile aralarında Şebinkarahisar'ın da olduğu bazı illerin Bizans, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı döneminden kalan isimleri değiştirildi. Atatürk 11 Ekim 1924 tarihinde Şebinkarahisar'ı ziyaret ettiğinde, Karahisar-ı Şarki isminin Şebinkarahisar olarak değiştirilmesini teklif etmişti, ancak Karahisar-ı Şarki 4248 sayılı bu kararname ile ve Atatürk'ün ziyaretinden iki yıl sonra "Şebinkarahisar" adını aldı.
            1927 yılında yayımlanan devlet salnamesinde mülki taksimat 63 il, 342 ilçe ve 666 bucaktan oluşmaktaydı ve  Şebinkarahisar, 5 kazası ve 6 nahiyesi ile 107.000  nüfusa sahip bir vilayetti.


                             1915 Yangınından Sonra Toparlanmaya Çalışan Şebinkarahisar (Kaynak Belediye)
                           
                    ŞEBİNKARAHİSAR'IN İLÇE OLMASI

                Vilâyet sayısının artması sorunları da beraberinde getirmeye başladı. Ancak hem TBMM'nin ısrarla savunduğu halkçılık siyaseti, hem de vilâyetler halkının ve mebuslarının istekleri vilayet sayısının ele alınmasını bir süre engelledi. Zaman içerisinde mevcut vilâyetlerin birçoğunun daha ilga edileceği yolunda çıkan söylentiler üzerine Dahiliye Vekili Şükrü Kaya 25 Nisan 1928'de bir açıklama yaparak "Bazı vilâyetlerin ilgası yolunda ara sıra çıkan havadisler yüzünden halkın geçirdiği heyecana elinizdeki telgraflar misaldir. Halk hiss-i selimi ile bu menfaati idrak etmiştir. Halk lehine atılan bir adım Türkiye Cumhuriyeti'nden geri alınmamalıdır. Ancak fevkalade bir zaruret-i idariye neticesindedir ki, böyle bir karar verilebilir. Bugün o zaruret-i idariye de yoktur " dedi.
            Dahiliye Vekili Şükrü Kaya bu şekilde konuştu ise de, bu yöndeki arayışlara devam edildi. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk, 1929 Ekonomik Krizi'nin yoğun olarak hissedildiği 1930-1931 yıllarında çıktığı yurt gezisinde  "hükümet her yerde teşkilatıyla, şahıslarıyla, salahiyet ve vazifeleriyle kuvvetlendirilmeye muhtaçtır. Zaman zaman tesirini gösteren muhtelif mahalli cereyanların doğurduğu şimdiki çok vilayat teşkilatı, bir çok noktalardan zararlıdır. Bu kadar vilayeti idare için kıymetli vali ve bilhassa başkan bulunamıyor. Bir tarafta on kazalı vilayet varken, diğer tarafta iki kazalı bir vilayetin ayrı bir idare cüzü tamı olmasını mücbir kılacak sebebi müşahade etmek kabil değildir. Bilakis vilayetler bu dar taksimatı coğrafi, siyasi ve iktisadi vaziyeti bir olan yan yana mıntıkalardan ayrı idare fikirleri yapıyor. Bu sebeple mevcut vilayetlerimizin adedi mümkün olduğu kadar azaltılmalı, tasarruf edilecek paradan umumi müfettişlikler teşkilatı için para ayırmalı ve büyücek vilayetlerde vali muavini istihdam etmelidir." diyerek vilayetlerin azaltılmasını önerdi.
            Gazetelerde de bu yönde haberler çıkmaya başladı. 26 Mart 1930 tarihli Yarın Gazetesi’nde yer alan bir haberde Dahiliye Vekaleti tarafından Türkiye’nin yeni idari taksimatına ilişkin bir tasarı hazırlandığı ve bu kapsamda 13 vilayetin kaldırılmasının planlandığı belirtildi. 26 Ocak 1931 tarihli Son Posta Gazetesi’nde yer alan bir başka haberde ise mülki taksimat için iki ayrı proje  hazırlandığı ve vilayet sayısının 30’a ya da 50’ye indirilmesinin planlandığı söylendi. 29 Ocak 1931 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ise Dahiliye Vekaleti tarafından tamamlanan teşkilatı mülkiye projesine göre Doğu’da bazı küçük vilayetlerin kaldırılacağını, kaza sayısının artırılacağını ve bütün nahiyelerin tam teşekküllü haline getirileceğini haber verdi. 1931 yılının şubat ayı içerisinde Cumhuriyet Gazetesi’nde vilayetlerin sayısının bütçe tasarrufu nedeniyle 63’ten 45’e ya da 30’a indirileceğine dair çeşitli haberler yayımlandı. Aynı yıl bakanlık tarafından hazırlanan dört farklı proje hazırlanarak vilâyet sayısının sırasıyla 50, 46 ve 39'a kadar düşürülmesi öngörüldü. Bu şekilde kaldırılmak istenen vilâyetler arasında Şebinkarahisar, Aksaray, Cebelibereket, Artvin, İçel, ve Hakkari  yanında, Gümüşhane, Ordu, Sinop, Tokat, Bilecik, Kırklareli, Burdur, Kırşehir, Denizli, Niğde, Çankırı, Giresun, Isparta, Aydın, Manisa, Bolu, Kütahya ve Çorum da vardı.
            Cumhuriyet'te 4 mart 1931 günü yayınlanan haberde ise, Burdur, Isparta, Hakkari, Kırşehir ve Ordu Vilayetlerinin lağvedileceği, Çorum, Amasya,Tokat ve Aksaray vilayetlerinin şimdiki vaziyetlerinin tadil edileceği belirtildi.         
             Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, 9 Ağustos 1932 günü, Zonguldak'tan başlayan, Karadeniz illeri ile, Gümüşhane, Erzurum ve Erzincan'ı da kapsayan bir geziye çıktı. Cumhuriyet Gazetesi'nde yer alan haberlere göre, 26 Ağustos'ta Samsun'da sona eren bu gezide, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ilgi ile ve özellikle Ordu, Giresun ve Gümüşhane'de "parlak tezahüratlarla"  karşılandı.
            Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi'ndeki kayıtlara göre, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Haziran 1929 'da çıktığı Kayseri ve Sivas gezisinde Şebinkarahisar'a da gelmiş, "Şebinkarahisar, Sivas, Kayseri, Meşe Çekirgesi, Suşehri'nin sıhhi, idari, imar, iskan, asayişi hakkında"  Atatürk'e rapor vermişti. Bu seyahati esnasında "Türk harflerinin az kullanıldığı, bunun için yeni tedbirler alınması gerektiği hakkında" da Başbakan'a bir telgraf çekmişti.    
            3 Şubat 1933 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Mustafa Kemal Atatürk'ün yurt gezisine ilişkin yer alan bir haberde,  "Reisicumhur" ile İktisat Vekili Celal Bayar'ın gezilerinden sonra ülke için çok önemli kararlar alınacağı, Türkiye’nin her tarafında aynı ekonomik koşullar ile ilerlemek mümkün olamadığından ülkenin iktisadi bölgelere ayrılacağı ve idari mekanizmanın da tamamen buna uydurularak her bölgede ayrı örgütlenmeye gidileceğinin planlandığı ifade edildi. 
                Akabinde, 20.5.1933 tarih ve 2411 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 2197 sayılı Bazı Vilayetlerin Kaldırılması ve Bazılarının Birleştirilmesi Hakkında Kanun  ile İçel, Artvin, Aksaray, Hakkari, Cebelibereket, Şebinkarahisar illeri kaldırıldı, İçel ve Mersin illeri birleştirilerek merkezi Mersin olmak üzere İçel vilayeti, Artvin ve Rize illeri birleştirilerek de merkezi Rize olmak üzere Çoruh vilayeti kuruldu.
            Yasanın gerekçesinde "mesahai sathiyesi 5415 kilometre murabbaı olan Şebin Karahisar vilâyetinin nüfusu 108 000, varidatı umumiyesi 283 340 lira masarifi ise, 314 760 lira olup varidatı mahallî ihtiyaca bile kifayet etmemektedir. Bu vilâyet kısmen Giresun ve kısmen Ordunun bir hinterlandı mesabesindedir. Vaziyeti coğrafiyesi itibarile atiyen inkişaf edecek bir halde değildir. Sivas hattının şimale temdidi halinde bile ancak Suşehri kazası bir derecede inkişaf edebilir. İhracat hemen yok gibidir. Askerî bir ehemmiyeti de haiz değildir. Gerek varidatının azlığı ve gerek iktisadiyatının bir vilâyet merkezi mertebesinde inkişaf edememesi gibi mühim sebeplerden dolayı halihazır şekli ile bir vilâyet evsafını haiz değildir" ifadelerine yer verildi.
            Yasanın görüşmeleri esnasında Şebinkarahisar Milletvekili İsmail Sabuncu  "bu lâyihada lâğvedilecek vilâyetler hakkında esbabı mucibe olarak gösterilen şey, varidatının azlığı, inkişaf kabiliyetinin olmaması. 6 vilâyetin hemen hepsinde de otomatik bir surette ayni şey asası yukarı zikredilmiştir. Bu vilâyetlerin civarında öyle vilâyetler vardır ki bunların kaza adedi  ile onların kaza adedi nisbet edilecek olursa öteki 8 kazalı bir vilâyettir, aşağı yukarı iki misli varidatı vardır. İnkişaf kabiliyetine gelince: diğerinde inkişaf kabiliyeti ne ise bundaki de odur. Fakat vilâyetin umumî varidatının kendi masrafını  korumaması gösteriyor ki teşkilâtı mülkiye üzerinde bir tedbir almak icap ediyor. Bunu ben de şahsan kabul ediyorum. Fakat bu yapılırken bendeniz istiyorum ki eski bozulan şeyi de aratmayacak bir teşkilât yapılsın"
            Şebinkarahisar Milletvekili İsmail Sabuncu  konuşmasının devamında, bugün yaşadığımız sorunları daha o yıl dile getirmiş, "Misal arzediyorum. Meselâ Karahisar'ı taksim etmişler. İki kazasını Giresun'a, birisini Ordu'ya, ikisini de Sivas'a vermişler. Karahisar'ın merkezi Giresun'a 120 kilometredir. Kazası da 200 kilometreyi geçer. Eğer münakalesi senenin 12 ayında dürüst gidip gelecek bir vaziyette olsaydı hakikaten yerinde idi. Fakat böyle sıfırdan başlayarak 45 kilometreden sonra 1900 kilometreye çıkan, sonra 2300 metre irtifadan geçen bir yol ile böyle iki kazayı bir vilâyete, o da sahilde bir vilâyete, raptetmenin ne kadar doğru olduğunu ben Heyeti Umumiye'nin takdirine bırakıyorum ve sonra meselâ buna karşı deniliyor ki efendim, işte iki vilâyeti birleştiriyoruz, bu, vilâyetlerin kuvvetlenerek yollarını da yapmağa vesile olur. Fakat bendeniz aşağı yukarı on senedir bunun üzerinde çalışırım, iki vilâyetin bunu yapacağını katiyen tasavvur edemem. Bilhassa Nafıanın bu hususta tetkikatı filân da vardır. Dere yolu derler. Bu yol yapılan bir kikte aşağı yukarı beş, altı milyon lira istiyor. Dağlık, taşlık bir yerdir. Velhasıl çok büyük bir masrafı istilzam ediyor. Böyle işlerin iki vilâyetin birleşmesi ile yapılmasına imkân yoktur" şekkinde konuştu.
            Şebinkarahisar Milletvekili İsmail Sabuncu  devamla "Sonra bütün Türkiye'de, altmış üç vilâyet içerisinde bu şeraitte acaba diğer vilâyetler yok mudur? Yekdiğerine yakın, inkişaf kabiliyeti de bunlar kadar varidatı bunlardan daha az başka vilâyetler yok mudur? Şüphesiz vardır. İşitiyorum ki bu hususta öteden beri Dahiliyenin alınmış kararlan var, bunları yakında getirecek m?. Ben diyorum ki, mademki bunlar da gelecek, teşkilâtı mülkiye esaslı bir surette tetkik edilsin, bilâhare hepsi birden çıksın. Bunun için lâyihanın encümene iadesini rica ediyorum" dedi.
            Şebinkarahisar Milletvekili İsmail Sabuncu'nun konuşması üzerine söz alan ve 1928 yılındaki açıklamasında vilayet sayısının azaltılmayacağını söyleyen ve 1927-1938 yılları arasında görev yapan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, "İdarî teşkilât, hali tekâmülde bulunan bir uzviyetin istihalesi gibidir. Hayatiyeti olan her uzuv gibi tahavvüle tâbidir. Eğer ileri doğru giderse bu iyiliğe doğru bir tahavvüldür. Bizim teşkilâtı idariyemizin esası da budur.  Memleketimizin iktisadî yollan değiştikçe teşkilâtı idariyenin tahavvül edeceği tabiidir. Bu teşkilâtı idariyenin nasıl olacağını, teşkilâtı esasiye kanunumuz sarahatle göstermiştir ve mütehassıslar tarafından her gün tetkik edilmekte olan bu teşkilât, vilâyet ve kazaların tayini sureti ile her gün tatbikte yer bulmaktadır. Huzuru âlînize takdim ettiğimiz lâyiha da bunun bir cüzüdür" dedi.
            Dahiliye Vekili Şükrü Kaya konuşmasının devamında "Vilâyet lâğvetmek hakikaten his itibariyle zevkli bir şey değildir. Fakat memleket idaresi meselesinde histen ve keyften ziyade akıl ve bilhassa hayatı umumiyenin menfaati hâkim olursa bunu yapmak zarurî olur. Mesuliyet makamını üzerine alanlar, bu teessürlere iştirak etmişlerdir. Çünkü vilâyet merkezi, hakikaten irfan, ümran ve asayiş merkezidir, bir dereceye kadar büyük memurların bulunması bu ümniyeyi temin eder. Fakat Cumhuriyetin vilâyet merkezi oradan ayrılırsa yine bu cihetleri temin edecek tedabir alınacaktır.... Bu, doğrudan doğruya idarî, malî ve asayiş zaruretleri üzerine yapılmış bir fedakârlıktır ve ümit ederim ki Meclisi Âli bütün meselelerde olduğu gibi bu fedakârlığı kabul edecektir" şeklinde konuştu.
                Şebinkarahisar Milletvekili İsmail Sabuncu "Teşkilâtı mülkiyeyi şiddetle alâkadar eden bu lâyihanın, lâğvı düşünülen diğer vilâyetler hakkında verilecek kararlarla tevhidi ve yapılacak teşkilâtta eski vaziyeti arattıracak şekilde müşkülât ihdas etmeyecek tarzların esaslı bir surette tetkiki icap eder. Bu noktai nazardan lâyihanın daha şümullü tetkik edilmek üzere Dahiliye encümenine iadesini" isteyen bir önerge verdi.
            Şebinkarahisar Milletvekili İsmail Sabuncu'nun önergesinin görüşülmesi sırasında da Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, "İsmail Bey Buyurdular ki sıfırdan başlayarak 2500 metreye kadar çıkan bir köyün sahile raptı doğru değildir. Halbuki idarî rabıtalarda nihayetülemir ticarî rabıtalar gibidir ve ne kadar yük sekte olursa olsun sular gibi daima sıfıra yani denize müntehi olur " diyerek önergenin geri alınmasını istedi. 
            Şebinkarahisar Milletvekili İsmail Sabuncu'nun ise bu sözlere karşı "Efendim, ticaret yapmak için geride bulunan bir vilâyetin sahile çıkması nihayet bir dereceye kadar kabul edilebilir. Fakat vilâyetle kaza arasındaki mesele hiç bir zaman bununla kabili kıyas değildir. O halde Bayazıt'la Van'ı birleştirip Trabzon'a raptederek muazzam bir vilâyet teşkil edelim. Böyle uzak bir vilâyete raptedilen bir kazanın daima o vilâyetle irtibatının teminine imkân var mıdır?" demesine rağmen yapılan oylamada önerge reddedildi.
            Bu arada, yasa görüşmelerinde Aksaray Milletvekili Besim Atalay'ın “…Biz vilayetleri  çoğaltırken…birçok nazariye serdettik. Faydalarını saydık döktük. O faydalar hasıl olmamış mıdır ki bugün lağvediyoruz?” seklinde ki sorusuna  Gaziantep Milletvekili Reşit Ağar'ın cevabı, 30’lu yılların birçok uygulamasında araç olarak kullanılan ‘tasarruf politikası’nı işaret ederek “…Yalnız Aksaray değil, Aksaray’dan daha az nüfuslu vilayetlerimiz de var. Hükümetin bunları lağvetmesi lazımdır. Amma yavaş yavaş. Bugün altı, daha sonra beş tane. Mesele bu suretle hallolunacaktır. Bunda hem hazinenin hem memleketin menfaati vardır” şeklinde oldu.
            Görüşmeler sonunda, 317 milletvekilinden 177 milletvekili oylamaya katıldı ve 177 kabul oyu ile  Şebinkarahisar, diğer yerlerle birlikte  ilçe yapıldı. Şebinkarahisar Milletvekili Sadri Maksudi Arsal oylamaya katılarak kabul oyu verdi. Aralarında Şebinkarahisar'ın diğer milletvekilleri İsmail Sabuncu ile Vasfi Raşit Seviğ'in de bulunduğu 139 milletvekili ise oylamaya katılmadı.
            Kanunun kabulünden bir ay sonra yayımlanan "Teşkilatı Mülkiye" başlıklı bir rapora göre, 1933 yılında idari bölümler 57 il, 381 ilçe ve 880 nahiyeden oluştu.
           
                    İLÇELERİ VİLAYET YAPMA GEREKÇELERİ

            1935 yılının Eylül ayında Mustafa Kemal Atatürk tarafından “iç idare teşkilatını yurdun doğu bölgelerinden başlayarak genişletmek ihtiyacını duymaktayız, yeniden iki umumi müfettişlik ve yeniden bazı vilayetlerin kurulması da lüzumlu görülmektedir” seklinde dile getirilmesi üzerine 25.12.1935 tarihinde kabul edilen 2885 sayılı yasayla Çoruh, Hakkari, Bitlis, Bingöl, Tunceli illeri kuruldu.
              Bu düzenleme ile, Dahiliye Vekaleti’ne göre “genişleyen kamu hizmetlerinin daha iyi görülmesi amacıyla vilayet teşkilatını biraz genişletmek gerekmekte" ise de gerçekte, “halkının ilkel yaşamı ve iktisadi gelişmeye uygun olmayan yapısı nedeniyle, halk ile hükümet arasında iyi bir ilişki kurulamayan, emniyet ve güvenliğin tamamen sağlanamadığı Dersim bölgesinde kuvvetli bir makam oluşturmak” amacı güdüldü.
            Yasa gerekçesine göre ise, Hakkari, “arazinin genişliği, Irak ve İran gibi iki devlet arasında bulunması ve halk arasına hükümet teşkilatının daha iyi girebilmesi” nedeniyle tekrar il yapıldı. 1929’da “devlet ve milletin yüksek çıkarlarını sağlayan idari, inzibati ve askeri zaruretler” nedeniyle kaldırılan  ve yerine Muş vilayeti kurulan Bitlis’in, altı yıl sonra yeniden il yapılmasının nedeni ise bu zaman süresince bölgede devlet iktidarının kurulamamış olması olarak belirlendi. “Halk işlerinin daha kolaylıkla yürütülebilmesi, hükümet otoritesinin tamamıyla uygulanması ve asayişin sürekli kılınması” amacıyla Bingöl ili kuruldu. Üç yıl önce, Rize ile birleştirilerek, merkezi Rize olmak üzere Çoruh iline bağlanan Artvin, ona bağlı olan ilçelerin, Rize merkezine uzak kalmaları  nedeniyle irtibat sağlanamadığı ileri sürülerek “idari, inzibati ve iktisadi” düşüncelerle yeniden il yapıldı.
            Resmi gerekçeler her ne kadar bu şekilde belirlenmiş ise de, Nuran Keskin, bu değişikliği yani Doğu’da il sayısının artırılmasını, feodal şeyhlik ve ağalık kurumlarını yok etmek isteyen ve 1934 tarihli İskan Kanunu ile başlayan çabanın sonucu olarak  aşiret yapısının dağıtılmasına yönelik müdahalenin bir parçası olarak değerlendiriyor. 
            Yine, Nuran Keskin'in de ifade ettiği üzere, Cumhuriyet rejimi yeni sınırlar üzerinde kuruluşunu yönetsel coğrafyada topyekun bir merkez-sınır değiştirme müdahalesiyle değil, kısmi değiştirmelerle gerçekleştirdi. Bu çerçevede Muş-Hakkari–Bitlis–Bingöl–Tunceli-Ergani, Kozan-Osmaniye, Ordu–Giresun–Trabzon–Çoruh–Artvin-Rize, Gelibolu-Kırklareli- Tekirdağ en sık müdahale edilen bölgeleri oluşturdu. Uygulamada, ilk yıllarda genel olarak “asayiş sorunu” ileri sürüldü ise de, ulusal pazarın bütünleşmesi sürecinde toprak ve ticari çıkarlar lehine çeşitli unsurların denetim altına alınmasını sağlamaya amacı güdüldü. Nüfus büyüklüğü, coğrafi yapı, gelir kaynağı, toprak genişliği, ulaşım koşulları, kamu hizmetine ulaşılabilirlik, iktisadi bütün oluşturma gibi teknik–yönetsel faktörler aslında hiç belirleyici olmadı.
            Daha sonraki yıllarda ise esas olarak siyasi çıkarlar etkili oldu
                1953 yılında 9 Temmuz 1953 tarih ve 6129 sayılı Yasa ile Uşak vilayet oldu. 1954 yılında 6418 sayılı Yasa ile Adıyaman  ile 6419 sayılı Yasa ile Sakarya vilayeti kuruldu,  6429 sayılı Yasa ile de Kırşehir ili ilçeye dönüştürüldü  ve Nevşehir ili kuruldu.
            Uşak'ın,  ilk, orta, erkek sanat, kız sanat ve lise kadrolarıyla kültür teşkilatında, PTT, Tekel ve diğer devlet müesseseleriyle halk hizmetinde, faal iktisadi hareketleriyle ticari ve sanayi sahasında, üstün bir varlık gösteren ve bu durumu ile de, idarede işgal etmekte olduğu kademenin teşkilat imkanları dışında yeni bir imkana kavuşmasının zorlayışıyla vilayet yapıldığı, yasa gerekçesinde  ifade edildi.
            Adıyaman, yasaya göre "ülkede her alanda gerçekleştirilen atılımlar nedeniyle bazı ilçe merkezlerinin ekonomik ve sosyal yönlerden geliştikleri ve kendi yönetsel sınırlan dışına çıkarak ekonomik bir sınır çizdikleri, bu açıdan bulundukları yönetsel kademenin yapabildiği hizmetlerin üzerinde yeni hizmetler bekledikleri" gerekçesi, ile il yapılmış ise de, asıl etkenin Malatya'da Cumhuriyet Halk Partisinin güçlü olması, bağlısı durumundaki Adıyaman'ın ise 1954 yılındaki seçimlerde Demokrat Parti'ye destek vermesi nedeniyle Demokrat Parti tarafından kurulan hükümetin bu ilçeyi ödüllendirmesi olduğu biliniyor.
            Sakarya ilinin kurulmasına ilişkin yasa tasarısının gerekçesinde; Adıyaman ili için belirtilen hususlar aynen sıralandı.
            Nevşehir'e ilişkin yasa gerekçesinde Kızılırmak Vadisi'nin ekonomik ve coğrafi bir bütünlük gösterdiği ve Nevşehir ilçesinin de bu bütünlüğün merkezinde olduğu, bazı ilçelerinin ayrı illere bağlı olmalarına rağmen ekonomik ilişkilerinin Nevşehir ile olduğu, kamu hizmetlerinden vatandaşın daha kolay yararlanmalarının mümkün bulunduğu, ekonomik ve ticari faaliyetlerinin daha da gelişmesinin sağlanacağı gibi gerekçeler sayılmış ise de asıl gerekçenin, 2 Mayıs 1954 tarihinde yapılan genel seçimlerde Kırşehir halkının Cumhuriyetçi Millet Partisi'ne oy vermesi olduğu, dönemin bazı milletvekillerince meclis kürsüsünden de dile getirildi.
            1957 yılında 7001 sayılı Yasa ile ve yasa gerekçesine göre,  Türkiye'nin mülki örgütlenmesinin o bölgeye isabet eden bölümünde meydana gelen "acil idari lüzum ve zaruretler" nedeniyle, Kırşehir yeniden vilayet yapıldı.
            Bundan sonra mülki teşkilatlanmada bir değişiklik yapılmasa da, ilçelerin vilayetlik istekleri ve bu çerçevede Şebinkarahisar'ın tekrar vilayet haline getirilmesi talepleri, yerel bazda ve özellikle de siyasi platformda sürekli dile getirildi. Hemen her dönem Meclis'te yer alan Giresun Milletvekilleri birlikte veya tek olarak Şebinkarahisar'ın vilayet yapılması için yasa teklifleri verdi.
                1989 yılında, 3578 sayılı Yasa ile Aksaray, Bayburt, Karaman ve Kırıkkale ilçeleri vilayet yapıldı. 3578 sayılı Yasa'nın genel gerekçesinde,  kamu hizmetlerinin ülke düzeyinde verimli ve etkili bir şekilde yürütülebilmesi, Türkiye'nin coğrafi yapısındaki özelliklerin değerlendirilmesi kadar sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik dengelerde görülen değişikliklerin de zaman içerisinde iyi bir şekilde izlenmesi, son yıllarda merkezi idarede gerçekleştirilen reformlar sonucunda ulaşılan modern yönetim anlayışının taşra örgütüne de yansıtılması, zayıf ve gelişme olanakları yetersiz olan yerleşim yerlerinin sayısal fazlalığının ülke ekonomisi üzerinde olumsuz etkilerinin bulunmasının ve kırsal kesimden büyük şehirlere yönelik göç olgusunun da dikkate alınmasının, ülke genelinde yeni yönetsel çekim merkezleri oluşturulmasına işaret ettiği biçiminde değerlendirmeler yapıldı. Bu değerlendirmelere dayalı olarak da, mülki yönetim bölümlerinin değişen koşulara uygun hale getirilmesi açısından, bulundukları bölgede sosyo-ekonomik ve kültürel yönlerden gelişmiş ve cazibe merkezi özelliğini kazanmış olan sözkonusu  ilçelerin vilayet haline getirilmesi öngörüldü.
            1990 yılında 3647 sayılı yasa ile Batman ve Şırnak ilçeleri vilayet yapıldı. 3647 sayılı Yasa'nın genel gerekçesinde, Batman ve Şırnak ilçelerinin coğrafi durumu, nüfus potansiyeli ve kamu hizmeti gerekleri açısından il yapılmalarının zorunlu olduğu belirtilmekte ise de, asıl neden Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki asayiş sorunu olarak ortaya çıktı.
                1991 yılında 3760 sayılı Yasa ile Bartın ilçesi vilayet hali,ne getirildi. 3760 sayılı yasanın genel gerekçesinde, Bartın ilinin coğrafi konumu, ekonomik gelişme ve nüfus potansiyeli açılarından il yapılması gerektiği belirtilmekte ise de, asıl neden Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Anavatan Partisi'nin başına geçen Mesut Yılmaz'ın, Bartın Belediye Başkam Davut Fırıncıoğlu'nun ölümüyle boşalan Belediye Başkanlığı seçimlerinde kendi gücünü kanıtlamak isteğine dayalı olarak Bartın halkına verdiği sözün yerine getirilmesi olduğu biliniyor.
            1992 yılında 3806 sayılı yasa ile Ardahan ve Iğdır ilçeleri vilayet oldu. 3806 sayılı Yasa'nın genel gerekçesinde, kamu hizmetlerinin verimli ve etkili bir şekilde yürütebilmesi, illerin ve ilçelerin coğrafi yapısına, ulaşım ve haberleşme şartlarına, nüfus yoğunluğuna yakından bağlı olduğu, coğrafi bütünlüğün bulunmadığı, nüfus yoğunluğuna paralel teşkilatın oluşturulmadığı, ulaşım ve haberleşmenin günün şartlarına uygun şekilde sağlanmadığı bölgelerde, diğer hizmetler de aksadığı, bu nedenle, mülki idare taksimatında coğrafi yapı ve nüfus yoğunluğuna uygun değişiklikler yapılması faydalı" görüldüğü ifade edildi. 
            Ardahan'ın vilayet yapılmasının resmi nedenleri olarak, toplam nüfusu 1955 yılında 71.438 olmasına karşın 1990 nüfus sayımında 52.574' e düşmesi, sürekli dışa göç vermesinin sebebinin ise yörenin hayvancılıktan başka önemli bir gelir kaynağının olmaması, transit yolunun buradan geçmesi gibi hususlar da dikkate alındığında, yörenin imkanlarının değerlendirilebilmesi, bu bölgede ekonomik, sosyal gelişmenin sağlanabilmesi ve coğrafi zorunluluklar olarak ifade edildi. 
            Iğdır'ın vilayet yapılabilmesi için ise, sahip olduğu geniş ve düz ovası üzerinde yapılan sulama ağının faaliyete geçmesi ile büyük gelişme kaydettiği bilindiği, Kuzey-Doğu Anadolu'nun en verimli arazilerine sahip mikro-klima iklimi ile bu ilçenin bölgenin sebze ve meyve deposu olduğu, çevresinin ekonomik merkezi haline de geldiği, İline uzaklığı da göz önüne alındığından hizmetlerin daha etkin verilebilmesi için il haline getirilmesinin uygun olacağı gerekçeleri ileri sürüldü.
            1995 yılında 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Karabük, Kilis ve Yalova ilçeleri vilayet oldu.
            Bu KHK'nın genel gerekçesinde Karabük için, "Mevcut idari yapısı ile bu nüfus yoğunluğuna götürülen hizmetlerde aksamalar olmaktadır. Belirlenen ilçelerle birlikte bölgede daha önemli bir merkez haline gelecek olan Karabük'te hem mevcut sanayi tesisleri ve hem de yeni yatırımlarla gelişmişlik düzeyi artacaktır" denildi.
            Kilis için, " merkez nüfusu 82.882 ve toplam nüfusu 121.732'ye ulaşan Kilis ilçesi bölgenin en gelişmiş ilçesi olmasına karşın yoğun olarak çevre büyük illere özellikle de İstanbul'a göç vermektedir. Bu ilçemizin il olması halinde yatırımların artması ve işsizliğin azalması, ayrıca kamu hizmetlerin daha etkin sunulması mümkün olacaktır" gerekçesine dayanıldı.
            Yalova için ise, "Yalova idari yönden İstanbul'a bağlı olmasına karşın İstanbul'a karasal bağlantısı bulunmamaktadır. Karayolu bağlantısı genellikle deniz yolu ile sağlanmakta olup, ulaşım hem zaman almakta, hem de sık sık aksamalar meydana gelmektedir. Bu durum vatandaşın kamu hizmetlerinden yararlanmasında zorluklara sebep olmaktadır. Gerek Yalova'da ve gerekse kasaba ve köylerde hızlı bir nüfus artışı görülmektedir. İlçe düzeyindeki idari teşkilatlanma bu nüfus yoğunluğuna cevap verememektedir" ifadelerine yer verildi.
            1996 yılında 4200 sayılı yasa ile Osmaniye ilçesi vilayet haline getirildi. 4200 sayılı Yasa'nın genel gerekçesinde; "Kamu hizmetlerinin verimli ve etkili bir şekilde yürütülmesi, illerin ve ilçelerin coğrafi yapısı, ulaşım ve haberleşme şartlan ve nüfus yoğunluğu ile yakından ilgilidir.Coğrafi bütünlüğün bulunmadığı, nüfus yoğunluğuna paralel teşkilatın oluşturulmadığı ulaşım ve haberleşmenin günün şartlarına uygun şekilde sağlanmadığı bölgelerde, diğer hizmetler de aksamaktadır. Bu nedenle mülki idare taksimatında coğrafi yapı ve nüfus yoğunluğuna uygun değişiklikler yapılması faydalı görülmektedir" denildi ise de ölüm nedeniyle boşalan Belediye başkanlığı seçiminin yaklaşması temel etken oldu. Siyasi partiler bu ilçenin seçmenlerini kendi lehlerine yönlendirmek amacı ile hareket ettiler.
            Son olarak 1999 yılında 584 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Düzce ilçesi vilayet haline getirildi. Düzce'nin il yapılmasının temelinde; 23 Kasım 1999 tarihindeki depremden sonra halkın burasını terk etmesinin önlenmesi, depremin yıkıcı etkilerinin kısa sürede giderilmesi amacıyla il özel idaresi oluşturularak mali kaynak transferinin sağlanması, il düzeyinde örgütlenme ile kamu hizmetlerinin halka daha hızlı ve etkili bir biçimde götürüleceği, gibi hususlar var.
       Birçok vilayetin  kurulmasına ilişkin yukarıda sıralanan yasa gerekçeleri ile gerçek nedenler, Şebinkarahisar Vilayeti'nin lağvedilmesi gerekçesinin tamamen ortadan kalktığını ve de bugüne kadar Şebinkarahisar'ı tekrar vilayet yapmamak için siyasetçiler tarafından  ileri sürülen, özellikle de nüfusun yetersizliği ve gelişmemişlik gibi gerekçelerin gerçekleri yansıtmadığını ortaya koyuyor.
            Yasa gerekçelerinde tekrar edilen coğrafi ve ulaşım koşullarının vilayet kurulmasını zorunlu kılması, kamu hizmetinin etkinliği, bölgesel-ekonomik-sosyal kalkınma gereklilikleri, nüfus göçünün önlenmesi ve çekim merkezi oluşturma zarureti, Şebinkarahisar'ın vilayet olabilmesi için de geçerli gerekçeler/nedenler kabul edilmesi gerekiyor.
            Örneğin, Ardahan için ileri sürülen nüfus göçünün önlenmesi gerekçesi Şebinkarahisar için fazlası ile geçerli. Yine Iğdır için belirlenen "iline uzaklığı da göz önüne alındığından hizmetlerin daha etkin verilebilmesi için il haline getirilmesinin uygun olacağı"  ya da Yalova için ileri sürülen "ulaşım hem zaman almakta, hem de sık sık aksamalar meydana gelmektedir. Bu durum vatandaşın kamu hizmetlerinden yararlanmasında zorluklara sebep olmaktadır" gerekçelerinin Şebinkarahisar'a uygun olmadığı söylenebilir mi? Kilis için ileri sürülen "yoğun olarak çevre büyük illere özellikle de İstanbul'a göç vermektedir. Bu ilçemizin il olması halinde yatırımların artması ve işsizliğin azalması, ayrıca kamu hizmetlerin daha etkin sunulması mümkün olacaktır" gerekçesi, bugün aynı sorunları yaşayan Şebinkarahisar'ın il yapılması gerekçesi olarak da rahatlıkla kullanılabilir. Aynı şekilde Nevşehir il yapılırken esas alınan "Kızılırmak Vadisi'nin kendi içinde bütünlüğü" gerekçesi Kelkit Vadisi için de kabul edilebilir.

                                                 YILLAR İTİBARİYLE MÜLKİ İDARE TAKSİMATI
 Yılı   
 Kanun
 İl Sayısı
 İller
 İlçe Sayısı
 Bucak Sayısı
 Köy Sayısı
1920
71
-
-
-
-
1924
74
Artvin, Kars, Ardahan İl haline getirildi.
-
-
-
1926
63
Üsküdar, Beyoğlu, Çatalca, Gelibolu,Ardahan, Muş, Dersim, Genç, Siverek, Ergani ve Kozan ilçeye dönüştürüldü.
317
661
-
1929
63
Bitlis İli İlçe haline, Muş İlçesi il haline getirildi.
-
-
-
1933
57
Aksaray, Cebelibereket, Artvin, Şebinkarahisar, Hakkari İlçe oldu. Mersin ve Silifke illeri birleştirilerek İçel İl’I kuruldu.
351
699
-
1935
62
Artvin, Hakkari, Bitlis, Bingöl, Tunceli İl haline getirildi.
356
809
34067
1939
63
Hatay İl oldu.
364
817
-
1953
63
Uşak İl oldu. Kırşehir İlçeye dönüştürüldü.
460
940
-
1954
66
Adıyaman, Sakarya, Nevşehir İlleri kuruldu.
460
940
-
1957
67
Kırşehir tekrar il oldu.
570
930
-
1989
3578
71
Aksaray, Bayburt, Karaman, Kırıkkale il oldu.
696
793
34996
1990
1990/3647
73
Batman ve Şırnak il oldu.
829
699
35143
1991
3760
74
Bartın il oldu.
828
699
35159
1992
3806
76
Ardahan, Iğdır il oldu.
839
697
35129
1995
KHK.550
79
Yalova, Kilis, Karabük il oldu.
847
690
35325
1996
4200
80
Osmaniye il oldu.
849
689
35426
1999
KHK.584
81
Düzce il oldu
850
688
35145
2013
21.08.2013
81
919
634
34.332
                               kaynak: http://www.illeridaresi.gov.tr/Iller/Illericerik.aspx?icerik=248
                       
            DEVLETİN VİLAYETLİK BORCU
           
            Konuya bir de başka bir boyuttan bakalım. Bize göre, Devletin, Şebinkarahisar'ı tekrar vilayet yapmak gibi bir borcu var. Devletin böyle bir borcu mu olur? Pratikte böyle bir borçtan bahsedilmeyebilir, ama aşağıda ifade edilen nedenlerle böyle bir hükme varmak mümkün.          
            Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, vilayetliğin lağvı için esas alınan "inkişaf kabiliyeti bulunmuyor" gerekçesini yaratan Devletin kendisi aslında. 1915 Ermeni olaylarında çıkan yangında Karahisar-ı Şarki Mebusu Ali Sururi Tönük'ün beyanı ile "ilçe merkezinin 4/5'ini kaybetmesine" ve nüfusu 178 binden 108 bine düşmesine rağmen, ülkedeki birçok il merkezinden daha fazla şehir nüfusuna sahip Şebinkarahisar'ın "inkişafı", vilayetliği lağvedilerek bizatihi Devlet tarafından engellendi.
            Örneğin, bağlandığı Giresun ile arasındaki karayolunu yıllarca yapmayan Devlet tarafından Şebinkarahisar'ın "inkişafı" engellendi. 1933 yılında vilayetliğin iadesi için kendisini ziyaret eden Şebinkarahisar heyetinin, “Giresun ile aramızda yol yoktur. Yazın birkaç ayında işleyen kervancılık döneminde kalan bir yoldur, perişan oluyoruz” şeklindeki yakınmalarına karşı, İsmet İnönü, “ben o dağları deldireceğim, size mükemmel yol açtıracağım” cevabını verdi ama 1957 yılında başlayan yol inşaatı, birkaç kez durduruldu ve yol ancak 1987 yılında bitirildi. Bugün dahi, her yere tünel ve bölünmüş yol yapan  Devlet,  Eğribel'e tünel yapmamak için sürekli ipe un sererek, Giresun-Şebinkarahisar Yolu'nu bölünmüş yol yapmayıp sadece genişletme ile yetinerek, Şebinkarahisar'ın "inkişafını" engelliyor. 
            İsmet İnönü'nün, 1935 yılında hazırladığı ve Atatürk’e sunduğu “Kürt Raporu” adı verilen raporunda, “Bayburt, Kelkit, Şiran, Alucra, Şebinkarahisar, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar, Erbaa noktalarından geçen uzunluğuna ve Karadeniz’den gelen bütün irtibat yolların değen bir güzergahın tayini” önerisi de bugüne kadar hayata geçirilmedi. 1974'de Ecevit Hükümeti tarafından TETEK Projesi adı altında ve İsmet İnönü'nün önerisine göre hazırlanan projenin güzergahı daha sonra Demirel Hükümeti  tarafından değiştirilerek her nedense Şebinkarahisar proje dışında bırakıldı ve de "inkişafı" engellendi. Aynı şekilde İnönü Hükümeti tarafından hazırlanan ve Şebinkarahisar'dan geçen, bugün yaşlılar tarafından hala hatırlanan, demiryolu projesi de Menderes Hükümeti tarafından iptal edilmişti.
            Bunun gibi bir çok neden sayılabilir. Yine son yıllarda Şebinkarahisar için oldukça önemli gelir kaynağı olan tütünün ekimi yasaklanarak da Şebinkarahisar'ın "inkişafını" nerde ise tamamen durduruldu. Diğer yerleşim yerlerinde alternatif ürün veya destekleme ödemeleri ile  tütün ekimi yasaklanırken, Şebinkarahisar'a böyle bir öneri de yapılmadı. Tütün ekiminin yasaklanmasından sonra artan nüfus göçünü durdurmak için ise hiçbir çaba harcanmadı. Hatta birçok idari birim ve işletme kapatılarak nüfus göçü adeta teşvik edildi.
            Sadece bunlar mı? Örneğin 1973 yılında  3. Beş Yıllık Kalkınma Planında Şebinkarahisar'a yapılması öngörülen Peynir-Tereyağı (Süt) Fabrikasını zamanın Başbakan Yardımcısı Giresun'lu Nizamettin Erkmen'in girişimleri ile ve başka birçok yatırımı yıllarca Giresun'a kaydıran Devlet, Şebinkarahisar'ın "inkişafını" engelledi. Devlet, esasında Şebinkarahisar'ı başka bir yere değil de Giresun'a bağlayarak  "inkişafını engelleme" iradesini baştan ortaya koydu.
            Kısacası devlet  köstek olmasa, aslında Şebinkarahisar, gerek tarihi ve gerekse de ekonomik-toplumsal yapısı ile "inkişaf" etme kabiliyetine sahip bir yer.
       Devletin borcu vardır dememizin diğer ve en önemli bir sebebi de, 1915 Ermeni olaylarında Şebinkarahisar'ın yanması veya yakılması. 
            Şebinkarahisar'ın kim tarafından yakıldığı aslında tartışmalı. Resmi tezlerde Ermeniler tarafından yakıldığı ileri sürülüyor.
          Her ne kadar anılar kesin bir tarih kaynağı değil ise de, Habip Rıza Efendi, ailesine bıraktığı ve güvenilirliği ve doğruluğu konusunda kuşku duyulmayacak aile tarihçesinde "şehirdeki hanelerden attıkları silahların önünü almak ve vakayı bastırmak emeli ile memleketi yangınla mahvettiler...vali bu nada kani olamıyarak vakyı bastırmak için tedbiri sekın olarak memleketi yangınla mahvetmeyi düşünmüş ve doğrusu devren Karahisar’a geldiğin de ayan ve vücuh ve muğteberan ı memleket tarafından istikbal edilmiş ve hakkında mafekulkur ihtiram görmemesinden muğber ve münfeil olduğu sonradan anlaşılan meşrutin valisi ... Muammer bey kin ve garazına ikaa bundan ziyade müsait münasip fırsat bulamıyacağını tahmin etmiş olmakla vakkanın üçüncü Perşembe günü telefonla şehrin ihrakı emrini vermiş. artık böyle bir emri çoksarayan ve serreşte eden akıbetin vehametini derk ve izandan mahrum ve idraksız jandarmalar ve onlara hempa çapulcu erazil ve serseriler menzilci oğlu Asım efendinin karşısındaki arsada mebni Nazarit’in hanesinden başladılar.Buna da kanaat etmeyerek şehrin orta göbeği çarşıya ve İslam hanelerine yakın ve mülahik ve Karacaoğlu Halil ağanın yaptırdığı hanenin yerinde mebni Erzincan’lı oğlu Hamparsum’un hanesini ve bitişik haneleri tutuşturdular Çünki Erzincan’lı oğlu birinci olarak zengin ve yağmaya daha münasip olduğu için üç beş kuruş menfaata tamah eden alçaklar işte görüldüğü veçhile şehri ateş içinde bıraktılar" şeklinde aile bireylerine anılarını anlatırken, yangının sebebi hakkında bizlere de  bilgi veriyor.
            Atatürk Evi'nin sahiplerinden Belkıs Çağatay ise Yeni Şebinkarahisar Gazetesi'nde 13 Ekim 1981  günü yayınlanan  mektubunun bir kısmında şöyle diyor. "Ermeni vakasında Mutasarrıf,  alt kat duvarlarının çok enli ve mahfuz oluşu ve aynı zamanda çok geniş bir bahçede bulunuşu yüzünden 36 gün bizim evde çalışmış. ... Bahçenin genişliği yüzünden Sivas  Valisi Muammer Beyin emri ile yakılan şehrin büyük yangınından kurtulmuş.  Ermeni ve Rum evlerinin Türk evleri ile karışık bulunuşu ve şehrin Ermeni saldırısından kurtarılması için Valinin verdiği emirle gazyağı dökülerek şehrin büyük bir kısmı yakılmıştır"
            Genel Kurmay tarafından yayınlanan bazı belgeler de bu beyanları doğruluyor. Genel Kurmay'ın yayınladığı  Askeri Tarih Belgeleri Dergisi'nde yer alan 15.06.1915 tarihli Sivas'ta 10. Kolordu Komutanı Vekili Pertev Bey tarafından çekilen telgraf metninde "kalenin altında bulunan Ermeni evleri bütünüyle güvenlik kuvvetleri tarafından yakılmakta olduğunun şimdi vali tarafından sözlü olarak bildirilmiştir" ibareleri yer alıyor. Ayrıca yine Sivas Valisi Muammer Bey'den gelen 19.06.1915 tarihli  başka bir belgede ise, Ermeni Mahallelerinin yakılmasının kalenin açığa çıkmasını sağladığı ifade ediliyor ki, bu da Şebinkarahisar'ın özellikle yakıldığını ortaya koyuyor.


               1833 sayılı belge (Kaynak:  Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, sayı 81, Genel Kurmay Askeri Tarih
                            ve Strateji Etüt Bşk. Yayını, Ankara 1982)

            1913 yılı Mart ayında Sivas Valiliğine atanan ve üç sene bu görevde kalan, çok iyi Ermenice de bilen, valiliği döneminde imar ve eğitim alanında oldukça çalışkan olduğu ifade edilen Sivas Valisi Ahmet Muammer Bey, işgal ile birlikte bir süre Bekirağa bölüğünde tutuldu ve “asayişi bozmak, Ermeni kırımı, Ermeni sürgünü, Ermenilere zorbalık” suçlaması ile İngilizler tarafından Malta’ya götürüldü. 1923 yılında da Sivas Milletvekili seçildi ve bir dönem mebusluk yaptı.
            Kim tarafından yakılmış veya neden yanmış olursa olsun, Devletin böyle bir olayı öngörmesi ve gereken önlemi alması gerekirdi ki bu devletin vatandaşına olan borcudur. Eğer Sivas Valisi Ahmet Muammer Bey'in emri ile yakılmış ise Devletin  Şebinkarahisar'a olan vilayetlik borcunun katlanarak artmış olduğunun kabulü gerekir. Gerçi, Van da aynı tarihlerde yandı veya yakıldı ama Van'ın vilayetliği lağvedilmedi, aksine kalkınması için çaba harcandı. Aynı durum örneğin İzmir, Afyon için de geçerli. Buralar için "gelirinin giderini karşılamadığı" gerekçesi hiçbir zaman ileri sürülmedi.
           Bu yangının Şebinkarahisar'ın vilayetliğine neden olduğuna inandığımız için bu kadar iddialı laf ediyoruz. Daha önce de yazdığımız gibi, Cumhuriyet Dönemine girildiğinde Şebinkarahisar yangınlardan bitap düşmüş halde idi. Öyle ki, Vilayet  olarak savaş ve yangın nedeniyle Şarkikarahisar yardıma muhtaç bir vilayetti. Kendi halkı yardıma gereksinim duyacak kadar yoksullaşmış olduğundan, mübadiller için yardım toplamak için öneride dahi bulunulamıyordu. Bütün ülkede mübadiller için yardım kampanyaları açılırken, Şarkikarahisar Sıhhıye ve Muavenet-i İçtimaiye Müdürü, 18.Haziran 1924 tarihinde, Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti Merkez-i Umumiyesine gönderdiği raporda, “Bu meyanda zavallı biçare muhacirlerimiz de elem ve ızdırap içinde çırpınmaktadır. Bu durum karşısında vicdan azabı duymamak elde değildir” demek zorunda kalmıştı.
          Şebinkarahisar’ın vilayetliğinin alınmasında gerekçe olarak kabul edilen “gelirinin giderini karşılamaması” da yangınların sonucu olarak ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti, Şebinkarahisar’a, yangınların verdiği zarardan daha fazlasını, vilayetliğini lağvederek verdi.
           Devlet ile milletin barıştırılmasından ve Osmanlı'nın meziyetlerinden bahsedildiği günümüzde, Devletin Şebinkarahisar'a vilayetlik borcu bulunduğunun kabulünün zorunlu ve bu borcun yerine getirilmesini talep etmenin de Şebinkarahisar'ın hakkı olduğunu düşünüyoruz. 




                   1910 Yılında Karahisar-ı Şarki (Kaynak Sivas Vilayet Salnamesi - Milli Kütüphane)

                SONUÇ

            Kısaca belirtmek gerekirse, vilayetlik tartışmaları içerisinde "kabak Şebinkarahisar'ın başına patladı" denilebilir. 2197 sayılı Kanun ile vilayetlikleri lağvedilen İçel, Artvin, Aksaray, Hakkari ve Cebelibereket (Osmaniye) tekrar çeşitli gerekçelerle il yapıldı. Bu yasa ile vilayetliği lağvedilip de iade edilmeyen tek yer Şebinkarahisar.
            Siyasetçiler tarafından vilayetlik talebine karşı ileri sürülen, başta nüfus azlığı olmak üzere  olumsuz gerekçelerin hiçbirisinin Şebinkarahisar için geçerli olmadığı açıktır.  Bazı ilçelerin il yapılmasında dayanılan, göçün önlenmesi, hizmetin verimliliği ve hızlandırılması, bir vadi kapsamında ilçelerin bir bütünlük oluşturması, coğrafi koşullar, il merkezine uzaklık, ekonomik kalkınmanın sağlanması gerekçeleri Şebinkarahisar için de fazlası ile geçerli.
            Bu gerekçelere ek olarak ayrıca, vilayetlik Şebinkarahisar için bir hak ve Devlet'ten olan alacağıdır. Her ne kadar DPT'nin Belediye'ye yazdığı yazıda, "Şebinkarahisar  ilçe sınırlarından daha küçük bir kullanım alanını doğrudan etkilemekte olup, diğer ilçe merkezleri ve ilçe sınırları bütününde sosyal ve ekonomik açıdan etkili olamamaktadır" denilmekte ise de bunu yaratan, diğer deyim ile "inkişafını" engelleyen de Devlet'in kendisidir.
                       

KAYNAKÇA
1- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_1101.html (Dukkamma)
2- Pontus, Özhan Öztürk, Ankara 2011
3- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_23.html  (Bayramköy ve Nicopolis)
4- Bizans Devleti Tarihi,Georg Ostrogorsky, TTK yay. Ankara 2011
5- http://en.wikipedia.org/wiki/Koloneia_(theme)
6- http://tr.wikipedia.org/wiki/Thema
7- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih.html  (Şebinkarahisar Beyliği)
8- Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş, Prof. Dr. Tuncer Baykara, Ankara 1988
9- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_5524.html (Şebinkarahisar'ın Vilayetleri)
10- Osmanlı Döneminde Anadolu Şehirlerinin Gelişmesinde Devletin Rolü: Karahisar  Örneği,
      Fatma Acun, Belleten, Nisan 2001
11- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_3758.html (Bağlı Yerleşimler)
12- Kaymakamlık  Mesleği Açısından Mülki İdarenin Kısa Tarihi,  Adnan Çimen, Türk İdare
       Dergisi 2007,
13- http://tarihvemedeniyet.org/2009/09/osmanli-turkiyesinde-eyaletten-vilayete-gecis/
14- Osmanlı  Devleti’nin Son Yüzyılında Taşra Yönetimine İlişkin Anayasal- Yasal Gelişmeler ve
       Cumhuriyete Yansımaları,  Bekir Parlak, Akademik Araştırmalar Dergisi, Kasım 2001
15- 1864 ve 1871 Vilâyet Nizamnamelerine Göre Osmanlı Taşra İdaresinde Yeniden Yapılanma
       Mustafa Gençoğlu,  Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
16- Tanzimat’tan Meşrutiyet’e Türkiye’de Kaza Yönetimi (1842-1876),  Sadık Fatih Torun,
       Yüksek Lisans Tezi,  Ankara,
17- Tanzimat’tan Cumhuriyete Osmanlı’da Mülki İdare, Nazım Kartal, Akademik Yaklaşımlar Dergisi 
        cilt:4 sayı:1
18- Devletin Toprak Üzerinde Örgütlenmesi: Türkiye'de İllerin Yönetimi, Nuray Keskin,
       Doktora Tezi, Ankara 2007
19- Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 2006
20- http://muratdursuntosun.wordpress.com/2012/12/22/1915de-liva-merkezinin-sebinkarahisardan-  
       alinarak-susehrine-verilmek-istenmis/
21- Türkiye'de Livaların Vilayete Dönüştürülmesi, Murat Küçükuğurlu, Hacettepe Üniv. Cumhuriyet
       Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2009, sayı 10
22- Mesudiye, Mithat Baş, İstanbul 1982
23- http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c006/tbmm01006106.pdf
24- http://www.tbmm.gov.tr/TBMM_Album/Cilt1/index.html
25- http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c025/tbmm02025109.pdf
26- Osmanlı Nüfusu 1830-1914, Kemal H. Karpat, Timaş yay. İstanbul 2010
27- Genel Nüfus Sayımı, 20 İlkteşrin 1935, Başbakanlık İstatistik Genel Direktörlüğü Yayını, İstanbul
28- http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d04/c015/tbmm04015054.pdf
29- Atatürk'ün Bakanı Şükrü Kaya, Mustafa Solak, Kaynak Yay.2013
30- Tarihi Gelişimi İçerisinde Türk Anayasalarında Genel Yönetimin Taşra Örgütüne İlişkin   
       Düzenlemeler ve Yönetim Desenindeki Değişmeler,  Recep Sanal,
        http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/798/10203.pdf
31- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_25.html (Giresun Yolu)
32- Habip Rıza Efendi Aile Tarihçesi,Yeni Yazıya Çeviren Tevfik Ertürk.
33- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_7013.html (Atatürk Evi)
34- Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, sayı 81,  belge no 1833 ve 1834, Genel Kurmay Askeri Tarih
       ve Strateji Etüt Bşk. Yayını, Ankara 1982
35- Modern Kayseri'nin Mimarlarından Vali Muammer Bey, Neslihan Altuncuoğlu, Yüksek Lisans
      Tezi, Kayseri 2007
36- http://tr.wikipedia.org/wiki/Malta_s%C3%BCrg%C3%BCnleri
37- http://www.baydin2.blogspot.com/2013/03/yangnlar.html
38- DPT'nin Şebinkarahisar Belediyesi'ne yazdığı, 04.04.1988 tarih 1780 sayılı yazısı
39- www.cumhriyetarsivi.com

40- www.devletarsivleri.gov.tr



1 yorum:

  1. Bülent ilgi ve hayranlıkla okudum ellerine sağlık.Yazı diline ve kaynakçalarına hak teslimine çok güzel olmuş umarım ve dilerim ki bir kaç ilgili okumak zahmet ve gereğini görür de okur.Anlamasalar da akıllarda bir soru işareti oluşturmak amacına ulaşmasına adımdır..

    YanıtlaSil